Blog

Bir Manik-Depresif Hastasının Kendi Dilinden Hissettikleri

20 Haziran 2019

Kay Redfield Jamison’un Kendi Gerçekliği…

Durulmayan Bir Kafa

BAZI ZAMANLAR...


“Başlangıçta her şey çok kolay oluyor gibiydi. Çılgın bir sansar gibi oradan oraya koşuyor, türlü plan ve projelerle fıkır fıkır kaynıyor, kendimi sporlara veriyor, geceler ama geceler boyu sabahlara kadar uyumuyor, arkadaşlarla geziyor, elime geçirdiğim her şeyi okuyor, defterler dolusu şiirler, oyunlar yazıyor, geleceğime dair büyük, tamamıyla gerçek dışı tasarılar kuruyordum. Dünya zevk ve umut doluydu; kendimi harika hissediyordum. Yalnızca harika değil, gerçekten çok çok harika hissediyordum. Yapamayacağım hiçbir şey yoktu, hiçbir şey bana zor gelemezdi. Kafam pırıl pırıl aydınlıktı, her şeyi yerli yerine inanılmaz bir kolaylıkla yerleştirebiliyordu, o ana dek bir türlü çözemediğim matematik problemlerini bile sanki içten gelen bir güdüyle çözüvermiştim. Aslında o problemlerin çözümünü bugün biliyor değilim. Ama o sırada, her şeyin kesin anlamını görmekle kalmıyor, her şeyi harika bir kozmik ilişkiler çerçevesine uyum içine oturtabiliyordum. Evrenin doğal yasalarına ulaşmak beni öylesine büyülemişti ki, kabım kabıma sığmıyordu, arkadaşlarımı köşeye sıkıştırdığım gibi her şeyin ne kadar güzel olduğunu onlara anlatmaya koyuluyordum. Evrenin karmaşık yapısı ve güzelliği konusunda vardığım çözümler onları benim kadar şaşkınlığa uğratmadığı gibi, benim bu bitmez tükenmez heyecanımın onları yorduğunu ve bıktırdığını fark edebiliyordum.”

BAZI ZAMANLAR DA...

“Sabahları uyandığımda çok yorgun kalkıyordum; bu ise benim olağan kişiliğime aykırıydı, can sıkıntısı, yaşama kayıtsız kalmak da öyle. Oysa bunlar da sıradaydı. Derken bütün düşüncelerime derin bir kasvet egemen oldu; ölüm, ölmek, çürümek, her şeyin ölmek üzere doğduğu, en iyisi bir an önce ölüp uzun ölüm bekleyişinin acılarını çekmemek gibi şeylerden başka hiçbir şey düşünmüyordum. Yorgun gövdemle bitkin kafamı mezarlıklarda gezdiriyor, her mezarın altında yatan kişinin oraya girmeden önce dünyada ne kadar zaman geçirdiğine uzun uzun bakıyordum. Mezarların kıyısında oturup uzun, iç karartıcı, ölümcül şiirler yazıyordu; beynimin de gövdemin de çürümekte olduğundan emindim, bunu herkesin bildiğine ama bir şey söylemediklerine inanıyordum. Bu bitkinlik halini arada bir delen, içimin içime sığmadığı çılgın hareketlilik dönemleri oluyordu. Korkunç koşular tutturuyor ama ne kadar koşarsam koşayım yatışmıyordum.”

Hugo Wolf’un yazdığı gibi:

“Elbette zaman zaman yüreğim daralmıyormuşçasına neşeli görünüyorum, insan içinde aklım başımdaymış gibi konuşuyorum, dışarıdan bakıldığında keyfim Allah bilir ne kadar yerinde. Oysa ruh ölümcül uykusunu sürdürüyor, kalbin bin bir yarası kanıyor.”

"Kafamda ve kalbimde korkunç yaralar açılmasını engellemek olası değil. Çevremde olup bitenleri anlamakta öylesine aciz kalmanın yarattığı şok, düşüncelerimin tümüyle denetimden çıkmış olmasının bilinci, ölmekten başka bir şey düşünemeyecek kadar depresyona girmiş olmak…"

"O aylar boyunca çok hızlı yaşlandım, kendi kendini o kadar kaybeden, ölüme o kadar yaklaşan, bir sığınaktan o kadar uzak kalan biri nasıl yaşlanmaz ki?”

“Ve her zaman, her zaman bir daha ne zaman olacak aynı şeyler? Hangi duygularım gerçek? Ben, hangi benim? Aklına eseni yapan çılgın, kaotik, anarşik, deli kişi mi benim? Çekingen, içine kapanık, çaresiz, intihara eğilimli, karamsar, bitkin kişi mi benim? Herhalde her ikisinden de var içimde, umarım ikisinin de fazlası yoktur.”

İniş çıkışlarıyla ünlü olan Virginia Woolf ne güzel özetlemiş:“Yeraltına dalışlarımız duygularımızı ne ölçüde renklendiriyor? Yani demek istediğim, herhangi bir duygu ne kadar gerçek?”

“Bu tür deliliğin çok kendine özel bir iç sızısı, coşkunluğu, yapayalnızlığı, dehşeti var. Uçtuğunuz zaman harikasınız. Düşünceler olsun, duygular olsun müthiş bir hızla, yoğunlukla üst üste geliyor, aynı kayan yıldızlar gibi ve siz bu yıldızların peşine düşüp her an daha iyisini daha parlağını buluyorsunuz. Çekingenlik diye bir şey kalmıyor, aradığınız sözcükleri, jestleri tak diye buluyorsunuz, başkalarını büyülediğinizin kesinlikle bilincindesiniz. Tekdüze insanlarda ilginç yanlar keşfediyorsunuz. Her şey çok kolay, siz çok güçlüsünüz, parasal açıdan da her şeyi yapabilecek durumdasınız, üst düzey bir keyif, coşku, mutluluk iliklerinize kadar dolmuş. Ama bir noktadan sonra bütün bunlar değişiyor. Kafanıza üşüşen fikirler çok fazla çok hızlı; biraz önce açık seçik gördüğünüz şeyler birbirine onulmaz bir biçimde karışıyor. Bellek yok okuyor. Arkadaşlarınızın yüzündeki ilgi ve keyif yerini endişe ve korkuya bırakıyor. Önceleri düzgün bir akış içinde olan her şey birden tersine dönüyor, sinir, öfke, korku birbirini izliyor, denetimi tümüyle elden kaçırıyorsunuz, kafanızın en karanlık mağaralarına dalıyorsunuz. O mağaraların orada olduklarını bilmiyordunuz o ana dek. Bunun sonu hiç gelmeyecek, çünkü delilik kendi gerçekliğini yaratıyor.” (Jamison, 1995)

Sevgilerle..

Klinik Psikolog Rana FIRAT

Yorum Bırak